
Almanya’nın güçlü şansölyesi Angela Merkel, bir tırın daldığı Berlin’deki paskalya pazarını ziyaret ediyordu. Dokuz insan ölmüştü burada. Bir yetkili olayla ilgili bilgileri anlatıyordu. Arada dinler gibi başını sallıyordu ama kafasında birçok sorun vardı.
Merkel iktidarı Almanya’yı ekonomik olarak en güçlü zamanlarına taşımıştı ama omuzlarında Avrupa Birliği’nin sorunları da vardı. Bir yandan Rusya ve ABD 3. Dünya Savaşı’na hazırlık yapıyordu ama AB hazır değildi.
Sekreteri Joachim birkaç adım ötesinde telefonla konuşuyordu. Duyduklarından hiç hoşnut olmadığı belliydi. Görüşmesi bittiğinde, “Şansölye bir sorun var, hemen büronuza dönmeliyiz,” dedi.
Makam arabasına kadar konuşmadılar. Yola çıktıklarında, “Evet, nedir?” diye sordu.
“İstanbul başkonsolosumuz Peter Dietrich rehin alınmış.”
Merkel düşüncelerini ve duygularını kolay gösteren bir kadın değildi. Gözlerini akıp giden manzaraya dikti. “Daha birkaç gün önce Türkiye’de Rus büyükelçisi öldürüldü. Güvenlik önlemi almamışlar mı?”
“Çocuklar için verilen partide, eğlence için getirilen palyaço, konsolosu bir odaya kapatmış.”
“Silahlı mı?”
“İçi zehir dolu bir şırıngası varmış.”
Telefon bir daha çaldı. Joachim bir süre konuştuktan sonra, “Palyaço ile görüşmüşler efendim. Konsolosluğun güvenlik amiri Hermann…” dedi.
Merkel sert bir hamleyle telefonu aldı. Şu anda karşısındakini azarlamak, güvenlik zafiyetinin hesabını sormak isterdi ama zamanı değildi.
“Ne istiyormuş?” diye sordu.
***
Hermann bütün kargaşa içinde soğukkanlılığını koruyordu. Türk yetkililer panik içindeydi, Ankara’daki suikasttan sonra diplomatik ikinci bir ölümü açıklamak imkansızdı.
Konsolos ve palyaço sadece birkaç adım ötesindeki kapının ardındaydı. İçeri gözlemek için kablo kamera getiriyorlardı.
Kendini terörle mücadeleden komiser Çetin olarak tanıtan operasyon sorumlusu sürekli telefon görüşmeleri yapıyordu. “Kimmiş öğrendiniz mi?” diye sordu.
“Partiye Noel Baba, palyaço, sihirbaz ve jonglörden oluşan dört kişilik bir ekiple gelmişler. Bu adam son anda palyaço hasta diye dahil olmuş. Gerçeğini evinde bağlı olarak buldular.”
“Öldürmemiş demek. Burada da henüz kimseye zarar vermedi. ”
Bu umut vericiydi, karşılarında ölümü göze almış bir fedai yoktu.
Kamera tertibatıyla uğraşan bir görevli, “İçeriyi görüyoruz efendim,” dedi. Monitörde can sıkıcı bir görüntü vardı…
Palyaço ve konsolos masanın arkasındaydı. Adam kolunu ve konsolosun boynu bantlanmıştı. En ufak müdahalede zehri enjekte edecekti. Kapının ardına odada ne varsa yığmıştı.
“Tek giriş burası mı?”
“Kapı olarak evet,” dedi Komiser Çetin. ”Ama pencereden girmek için adamlarımız hazır.”
Monitörü gözleyen teknisyen, “Bakın efendim, kameraya bir kağıt tutuyor,” diye işaret etti.
“Bu bir telefon numarası,” dedi Çetin.
Hermann çoktan tuşlara basmaya başlamıştı.
Palyaço çalan telefonunu boştaki sol eliyle kulağına götürdü.
“Merhaba, umarım bir çılgınlık yapmazsınız. Konsolos ile ölüm arasında birkaç milim var.”
“Ne istiyorsun? Şimdiye kadar kimseye bir zarar vermedin. Herkes buradan mutlu ayrılabilir.”
“Kiminle görüşüyorum?”
“Konsolosluğun güvenlik amiriyim. Hermann diyebilirsin.”
“Zor durumda olmalısın Hermann. Pazarlık için yetkin var mı?”
“Burada onu yapabilecek tek kişiyim.”
“O zaman kulaklarını iyi aç ve dinle. Konsolosu bırakmak için buraya bir milyon mark getirmenizi istiyorum.”
Görüşmeyi dinleyen Çetin, “Bu adam aptal mı?” diye güldü.
Hermann da şaşırmıştı. “Euro demek istediniz herhalde, artık mark diye bir para birimi yok.”
***
Merkel de şaşırmıştı. “Mark mı? Verin bir milyon Euro öyleyse.”
Hermann iç çekti. “Hayır efendim, bu adam aptal değil. Almanya darphanesinde yeni basılacak, sizin ve yetkililerin imzası olan yüzlük banknotlarla istiyor bir milyon markı.”
Merkel gözlerini yumdu. Basit bir iş değildi bu; değil bir milyon mark, darphanede on mark basmak bile imkansızdı. Bu Avrupa para birliğini çıkmak anlamına gelirdi.
“Maliye bakanını arayın,” dedi.
***
Kriz giderek büyüyordu. Darphaneler Almanya’daydı ama yönetimi AB’ye bağlıydı. İzinsiz fazladan bir Euro bile basamazlardı, kaldı ki palyaço mark istiyordu.
“Bir milyon mark fazla bir para değil, kalıplar hazır olduktan sonra basımı da en fazla on dakika bulur ama darphaneyi kullanamayız,” dedi Maliye Bakanı Wolfgand Schaube. “Dostumuz olan ülkelerden yardım isteyebiliriz, mesela İsviçre. Türkiye de izin verir. Onların darphanesini kullanabiliriz. Ellerinden gelen yardıma hazırlar. Hatta bunu halledebilecek baskı makinaları var.”
Merkel’in parmaklarıyla masayı vuruyordu sinirden. “Adam bunu düşünmüş. Televizyondan basımın canlı yayınlanması istiyor. Birkaç dakikalık iş.”
İç İşleri Bakanı, “Çok sinsice,” dedi. “Özellikle az bir para istiyor. Halka teknik sorunları anlatmamız, açıklamamız çok zor. Basın verin diyecektir sokaktaki insan. Ama bu Euro’nun sonunu getirebilir.”
Dış İşleri Bakanı içeri girdi. “Bütün ülkeler durumu anlıyor ve bu durumu istisna görmeye hazır ama Yunanistan efendim…”
Merkel sabırsızdı. “Evet Yunanistan… söyleyin hemen lütfen.”
“Buna izin vermek için 20 milyar Euro kredi istiyorlar.”
“20 milyar Euro!” Merkel’in o soğuk mavi gözlerinden ateşler çıkıyordu. “Diğer ülkeler bunu biliyor mu?”
“Hayır efendim.”
Maliye bakanı, “Yani bir milyon mark basmak bize 20 milyara mal olacak öyle mi?” diye söylendi.
Merkel ayağa kalkıp pencereye kadar yürüdü. “Bu parayı basamazsak bütün dünya bir milyon vermemek için konsolosumuzun ölümüne razı olacağımızı düşünecek. Adamın mark istediği ve bunu basmanın teknik, bürokratik sorunlarını kimse bilmeyecek.”
İç işleri bakanı, “Operasyon seçeneğini düşünsek mi? Özel timimiz iki saatte İstanbul’da olur,” diye son kez bir çözüm sunmaya çalıştı.
Merkel bir süre daha düşündü. Masaya ellerini dayayıp, “Beyler paraları basıyoruz,” dedi. “Eski kalıplar hazırsa sanırım imza, tarih gibi ufak değişiklikler olacak. Onları hemen halledelim.”
“Yunanistan’a krediyi verecek miyiz efendim?”
Merkel güldü. “Hayır, bütün ülkelerden izin aldığımızı söylersiniz. Eğer biz vermedik diyorlarsa nedenini de onlar açıklasın bakalım.”
***
Rehin olayı başlayalı sekiz saat olmuştu. Bütün dünya paranın basılışını, İstanbul’a getirilişini izlemişti. Euro’nun dolar karşısında yüzde bir buçuk değer kaybetmesine neden olmuştu bu olay… Spot döviz borsasında birçok insan batmış, yeni zenginler ortaya çıkmıştı. Avrupa Birliği’ne krizin maliyetinin 40 milyar euro’ya yakın olduğu söyleniyordu. Dünya borsalarında çalkantılara neden olmuştu.
Hermann çantayı teslim aldıktan sonra Palyaço’yu aradı.
“Paranız geldi.”
“Güzel…” diye güldü Palyaço. “O zaman bir tek tutukluluk anlaşması kaldı. Daha önce dediğim gibi ceza almayayım demiyorum ama üç seneden fazla hapiste kalmak istemiyorum.”
Hermann, “Halledildi,” dedi. “Şu anda kimseye fiziksel bir zarar vermedin. Türk yetkililer de ülkelerinde ikinci bir diplomat ölümü istemiyor. Avukatınla bütün belgeler hazırlandı.”
***
Palyaço teslim olduktan sonra sorgusuna sadece bir kez girdi Hermann ve tek bir soru sordu: “Neden bir milyon mark?”
Suratındaki boyanın çoğu bozulmuş adam kafasını kaldırıp ona baktı. “Ben artık kendisi için özel bir para basılan tek adamım. Her yüz mark'ı banknotu birkaç milyon dolara, euro’ya satabilirim. Ömür boyu rahat bir yaşam sağlar bana.“
Hermann bir süre donup kaldı. Haklıydı. Bu bir milyon Mark’ın şu anda dünyanın en ünlü parasıydı ve maliyeti orta vadede yüz milyar euro’ya yakındı. Hatta Avrupa para birliğinin sonunu getirebilirdi. İtalya ayrılmak istediğini söylüyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder